“YÂ MUHAMMED!../EY MUHAMMED!..”, DİYEN “HÂTİP” UYANSANA!..
“YÂ MUHAMMED!../EY MUHAMMED!..”, DİYEN “HÂTİP” UYANSANA!..
(“Malûmlar”a “Taşlama”, mısra-mısra haşlama):
* “Ey îmân edenler. (…) Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’e yüksek sesle bağırmayın! Öyle yaparsanız, siz farkına varmadan amelleriniz boşa gider.” (Kur’ân-ı Kerîm; Hucürât Sûresi, âyet 2)
* “Birbirinizi çağırdığınız gibi onu ismiyle çağırmayın. Yâ Muhammed, yâ ibni Abdullah demeyin. Tevkîr ve ta’zim sözleriyle hitap edin. Mütevaziyane ve hafif bir sesle, yâ Resûlallah, yâ Nebiyyallah deyin!” (Nûr Sûresi; âyet 63, Kur’an-ı Kerîm Meâli ve Tefsîri Tibyan Tefsîri-Ayıntabî Mehmed Efendi/Çeviren: Süleyman Fahir; İst. 1963, c. 3, sy. 789)
* “Allahü teâlâ, Kur’ân-ı Kerîmde, her peygambere kendi ismi ile; Muhammed aleyhisselâma ise, “Ey Resûlüm! Ey Peygamberim!” diye hitap etmiştir. Kendisini; ismi ile çağırmak, yanında yüksek sesle konuşmak, uzaktan kendisine seslenmek, yolda önüne geçmek harâm edilmiştir. Başka peygamberlerin ümmetleri, kendilerini isimleri ile çağırırlardı.”, “Başka peygamberlerin ümmetleri, kendilerini isimleri ile çağırırlardı.” (Prof. Dr. Ramazan Ayvallı-İki Cihan Güneşi Hazreti Muhammed’in Hayâtı; İst. 2015, sy.: 415-416, İst. 2018, sy. 472, 473)
* “Zonguldak’ta yazdığım yazı, “Yâ Muhammed!” diye başlıyordu. Efendi Hazretleri, ‘Onu çıkar oradan, Allahü teâlânın Resûlüne, hâs ismiyle ve nidâ siğasıyla hitap olunmaz!’ buyurdular. ‘Niçin efendim?’ diye sordum. ‘Hayâ meselesi! Allahü teâlâ bile, Kur’ân-ı Kerîmde, sevgilisine, hâs ismiyle nidâ ederek hitap etmedi’ buyurdu.” (N. F. Kısakürek-O ve Ben, sy. 148)
S
aygıdeğer Okuyucularımız!..
Mübârek Ramazân-ı Şerîf ayı sebebiyle hazırlanan bâzı gazetelerimizde, yayınlanan dînî ağırlıklı kitaplarda ve duâlarda olsun yahut TV sohbetleri sırasındaki nakillerde bulunsun veyahut da câmilerimizde hocaefendilerin vaazlarındaki yakarışlarda görülsün; zaman zaman karşılaştığımız “hatâlardan biri” de “Peygamberimiz Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)’”e, yalın ismi ile hitâp edilmiş olmasıdır.
Dahasıyla, ünlü şâirlerimizden Ârif Nihat Asya”nın bir “Naat” tarzı şiirinde geçen: “…Biz bu dünyadan nereye göçelim, ya Muhammed?/Yeryüzünde, riya, inkâr, hıyanet/Altın devrini yaşıyor./Diller, sayfalar, satırlar/’Ebu Leheb öldü’ diyorlar:/Ebu Leheb ölmedi, ya Mahammed;/Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!” şeklindeki ifadesi de bunlardan biridir. Bu ve benzeri hitâbetlerden bir kısmının nereden kaynaklandığını şöylece bir araştıracak olursak karşımıza “Elmalılı M. Hamdi Yazır”ın “Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali” adlı eserinin çıktığını görürüz.
Bu tarihî tespit ve teşhis; bizi, elimizde mevcut bulunan biri “Cumhuriyet Dönemi Tefsir Âlimi Elmalılı M. Hamdi Yazır” (D.: Elmalı-Antalya, 1870-V.: İstanbul-1942)’ın, diğeri de bundan 3 asır önce, Hicrî 1110’da, “Ayıntabî Mehmed Efendi” tarafından yazılmış ve “Bütün Kitabevi” tarafından da 1956 yılında yayınlanmış bulunan iki eser üzerinde incelemeye yöneltti. Ve gördük ki, “Tibyan Tefsiri”nde fazla olmadığı hâlde “Elmalılı Tefsiri”nde ziyadesiyle bulunan ve de yukarıda “serlevha” hâlinde sunduğumuz âyet-i kerîmeler ile yasaklanan, bir yöne sapılmış, dolayısıyla da bolca “harâm” işlenmiştir.
“Rahmetli Gazeteci-Yazar Mehmet Oruç”un, 276 Nisan 2010 günlü “Türkiye Gazetesi “nin “İnsan ve Toplum Sayfası”ndaki “Gönül Bahçesi” adlı köşesinde belirttiği gibi, “Cennetmekân Sultan Abdülhamid Hân’ın Hal’ Fetvâsı”nın ilk müsveddesini yazan mebuslardan “Elmalılı Hamdi Yazır Hoca” olmuş ve O’na “31 Mart İsyânına sebep olmak, din kitaplarını tahrif etmek ve yakmak, devletin hazinesini isrâf etmek, insanları suçsuz oldukları hâlde idâm ettirmek” gibi “asılsız, akıl almaz suçlar yüklemiş” idi. “Rûm asıllı bir mebusun bile, ‘Yapmayın efendiler! Günâhtır, günâh. Sultan Abdülhamid Hân, bu memleketin nûrudur. Dünyâda denge unsurudur. O’nu tahtından indirirseniz mülkü millet harâb olur. Dünyâ perişân olur’ demesine” de aldırış etmediği gibi, Sn. “Prof. Dr. Ramazan Ayvallı” Hocamızın da belirttiği üzere, Kur’ân-ı Kerîmin sâdece dört yerinde Âl-i İmrân 144 (Muhammed ancak bir resûldür), Ahzâb 40 (Muhammed sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir), Fetih 29 (Muhammed Allah’ın elçisidir) ve Muhammed Sûresi 2’de (…Muhammed’e indirilen kitaba inananların…) şeklinde “Muhammed” (sallallahü aleyhi ve sellem) adı sâdece dört yerde geçmesine rağmen bu “Hal’ Fetvâcısı Mebus-Hoca Efendi”, bakınız daha kaç yerde (Sahâbe-i Kirâm Efendilerimizin bile söyleyemediği/yasaklandığı hitap şekli olan “Ey Muhammed!” diye seslenmekten/yazmaktan hicâb duymamaktadır:
Bakara Sûresi: 2/217; Âl-i İmrân 3/44; Nisâ 4/78; Nahl 16/37, 123; İsrâ 17/73, 76, 88, 107; Kehf18/60; Meryem 19/16, 97; Tâhâ 20/99, 114; Enbiya 21/7; Hacc 22/37, 42, 52, 67; Furkan 25/6; Secde 32/12; Yâsin/3; Sâd 38/86; Zümer 39/10; Mü’min 40/77; Fussilet 41/5, 6, 43, 52; Şûrâ 42/3, 15, 23, 48; Zûhruf 43/32, 45, 81; Duhân 44/10; Casiye 45/18, 26; Ahkâf 46/4, 9, 23, 35; Muhammed 47/16, 19, 30; Kâf 50/39; Zâriyât 51/24, 50, 54 ve Tûr Sûresi 29.
Bunları meâl olarak tefsîrden okuyan hâtiplerimiz, şâirlerimiz, gazeteci yazalarlarımız da kürsülerden “Yâ Resûlallah!..”, “Yâ Habîballah!..” veya “Yâ Nebîallah!” diye haykıracak yerde O’nun gibi söylemekte, gazetelerde yazarak, kitaplarda sayfalara döşenerek aynı yanlışa düşmekte ve günâha sürüklenmektedirler.
“İstanbul Merkez Vaiz Hocası Abdullah Aydın” tarafından hazırlanan ve 1974 yılında “Aydın Yayınevi” tarafından neşredilmiş bulunan “Kur’ân-ı Kerim ve Meâl-i Celilesi” adlı eserde ise bu galiz yanlışlara pek fazla düşülmediğini ve “Habibim/Ey Habibim” şeklindeki bir hitabet ile tefsirin yapıldığını memnuniyetle müşahede eylemiş bulunuyoruz.
Doğru bir meâl ve tefsirin; Maide Sûresi âyet 41 ve 120’de, Enfal Sûresi âyet 64, 65 ve 170’te, Tevbe Sûresi âyet 23’te, İbrahim Sûresi âyet 42 ve 44’te ve Nahl, Mümtehine, Talâk, Tahrim ve Tekvir sûrelerinde geçtiği gibi “Ey Resûlüm!”, “Ey Peygamber!”, “Ey Şanlı Peygamber!” ve Sn. Abdullah Aydın Hocaefendinin çoğunlukla yaptığı gibi “Habibim!”, “Ey Habibim!” şeklinde mânâlandırılması uygun olacaktır…
Diyoruz ve dahi bu his ve düşüncelerle kaleme aldığımız aşağıdaki mısralarımız ile Sizleri başbaşa bırakalım istiyoruz. Kalbî sevgi ve saygılarımızla…
= = = ( – 1 – ) = = =
“Yâ Muhammed!../Ey Muhammed!..” diyen “Hâtip” uyansana;
“Anne-baba: Ebeveyn”, “öğretmen” ve “hoca”na…
…‘İsmi ile hitap’ etmek, ayıp-ayıp çokça ayıp!..”
“Resûlallah” için “Rabbim”, “yasak” getirmiştir “buna”;
Uyan be hey “gâfil” uyan, aç kitâbı bak “Kur’ân’a!..”
“Yâ Muhammed!../Ey Muhammed!..” demek de neyin nesidir?
“Sahabe”ye gelen “yasak”, “farz”ın bir “mertebesidir”;
“Âyet”te yok isim-misim, bu “şeytân vesvesesidir!..”
Uyan be hey “gâfil” uyan, aç kitâbı bak “Kur’ân’a!..”
“Elmalı”dan yeni “halt”tır, sakın aldanmayın O’na!..
“Hal Fetvâsı” yazan O’dur; öfkelendin, hele otur;
“İT”(*)e yol verenler pek çok, “Tefsîrciler Başı” budur;
“Hücûrat” “nokta”yı koymuş, bu “âyet”le frenlen dur!..
Uyan be hey “gâfil” uyan, aç kitâbı bak “Kur’ân’a!..”
“Elmalı”dan yeni “halt”tır, sakın aldanmayın O’na!..
KAYIKÇ’Ali “sözün nakil”, uyar buna her bir “akîl”;
“Yalın isim ile hitâp”, hem kabadır, he mi “sakîl”;
“Arvâsî”ye, “Ayvallı”ya; “uyum” sağla, peşe “takıl!..”
Uyan be hey “gâfil” uyan, aç kitâbı bak “Kur’ân’a!..”
“Elmalı”dan yeni “halt”tır, sakın aldanmayın O’na!..
= = = ( – 2 – ) = = =
“Gâvur”a “Sayın…” diyenler, “siyaseten nezaketli”;
“Peygambere: Yâ M…” demek, neyin nesidir bi söyle!..
Ol “kâfire” böyle hitap, günkü o bir “etiketli”.
“Hucürât”a bakıp-geçme, “mânâ”sını kavra öyle;
“Kalpten sevmek esas” elbet, “dil” de buna “alâmetli…”
“Yâ Resûlallah…” güzeldir, “Habîballah…” başka güzel;
“Sahabîye yasak”lanan, sana-bana olmaz gazel;
“Abdülhakîm” ne buyurmuş, “Necip Fâzıl” gibi düzel!..
“Hucürât”a bakıp-geçme, “mânâ”sını kavra öyle;
“Elmalı”ya kanma sakın, “Padişah”a uzattı el!..
“Fetvâ” yazdı, düzen bozdu; “bozuk düzen meâli”nde;
“İttihâd’çı bir kafa”ydı, neler vardı “hayâli”nde;
“Mebûs” oldu “CHP”ye, “İnönü”nün “zevâli”nde!..
“Hucürât”a bakıp-geçme, “mânâ”sını kavra öyle;
“Harâm” vardır-dil yasağı, söylense de “şi’r hâli”nde!..
“Ârif Nihat” hatâ yaptı, “Elmalı”dan hisse kaptı;
“Yâ…” deyince “saygı” kalkar, “sevgi-hürmet” bağı koptu;
“Ey!..” diyen var şimdilerde, bu bir “siyasî hesap”tı!..
“Hucürât”a bakıp-geçme, “mânâ”sını kavra öyle;
“Dil Yarası” sinsi vurur, kalbe giren “bir kasap”tı!..
KAYIKÇ’Ali yazıp-uyar, aklı olan evvel duyar;
Ne “eleştiri”, ne bir “tenkîd”; bu “mânevî-ince ayar”;
“Doğru” nerden gelir ise, “kâmil” olan onu sayar!..
“Hucürât”a bakıp-geçme, “mânâ”sını kavra öyle;
Kalem “dilce lakur-lukur”, bir bakmışsın “gönül kayar!..”
———————————————-
(*): İT: İttihat ve Terakki