“TÜRK-İSLÂM DÜŞMANLARI”, “HAYAT” DEMEZLER, NİÇİN?..
“TÜRK-İSLÂM DÜŞMANLARI”, “HAYAT” DEMEZLER, NİÇİN?..
(“N. Aydoğan Ünal”a bin “alkış”, “Malûmlar”a bin “kargış/Taşlama”):
* “Eski Van Milletvekili merhum İbrahim Arvas Bey (Tarihi Hakikatler; İstanbul 2010) anlatmıştı. Lozan’ın
gizli protokollerinde şu maddeler varmış: 1- Hilâfet kaldırılacak; 2- Şeriat yasaklanacak; 3-Türkiye
İslâm’dan ve İslâm dünyâsından uzaklaştırılacak.” (Mehmed Şevket Eygi-Millî Gazete; 26.02.2017, s. 3)
* “(Her şeyi) yaratan Rabbinin adıyla oku!.. O keremine nihayet olmayan Rabbindir. Ki, kalemle yazı yazmayı öğreten O’dur… İnsana bilmediği şeyleri O öğretti.” (Kur’ân-ı Kerîm; Alâk Sûresi; âyet 1, 3, 4-5)
* “Asra yemin olsun ki, insan mutlak bir hüsranda; ancak, îmân edip sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hep hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna!” (K. Kerîm-Asr Sûresi; âyet: 1-3)
* “…Allah’ın insanları birbiriyle önlemesi olmasaydı, yeryüzü mutlaka bozulup gitmişti.” (K. Kerîm; Bakara Sûresi, âyet 251’den)
* “Onlara, ‘Kâfirlere inanmayınız!’ dediğim hâlde, onlar kâfirlerin sözleri ile hareket ediyorlar. Şeytân onları aldatıyor.”, “Doğru yol gösterildikten sonra Peygamber aleyhisselâma uymayan ve îmânda ve amelde mü’minlerden ayrılan kimseyi küfr ve irtidâdda bırakır ve Cehennem’e atarız. O Cehennem, çok kötü bir yerdir.”, “Sakın hâinlerin savunucusu olma!..” (K. Kerîm; Nisâ Sûresi, âyet 54, 59, 103 ve 105’den)
* “Sakın yeryüzünde fesâd çıkarma. Doğrusu Allah, fesâd çıkaranları sevmez.” (Kur’ân-ı Kerîm; Kasas Sûresi, âyet 77’den)
* “…yeryüzünde fesâd çıkarmaya çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri veya asılmaları yahut ayak ve ellerinin çaprazlama kesilmesi, ya da bulundukları yerden başka bir yere sürgün edilmeleridir. Bu, dünyâda onlar için bir zillettir. Âhirette ise onlar için büyük bir azab vardır.”, “Ey îmân edenler; Yahûdî ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar, birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu doğruya iletmez.” (K. Kerîm; Mâide Sûresi, âyet 33, 51)
* “El vahdetü rahmetün ve’l-fırkatü azabün (Birlikte râhmet, ayrılıkta azâb vardır)”, “Allahü teâlâya Cebrâil aleyhisselâm gibi ibâdet etseniz, mü’minleri, Allah için sevmedikçe ve kâfirlere ve mürtetlere, Allah için düşmanlık etmedikçe, hiç birisi kabul olmaz.”, “Hikmetsiz kalb, harap ev gibidir. Şu hâlde öğrenin, öğretin! Fıkıh öğrenin, câhil olarak ölmeyin! Çünkü Hakk teâlâ, cahillik için mazeret kabul etmez.”, “Münâfığın alâmeti üçtür: 1-Konuştuğu zaman yalan söyler…” (Hz. Muhammed “sallallahü aleyhi vesellem”)
* “Küçük günâha devam eden büyük günâha, büyük günâha devam, küfüre (îmânsızlığa, inançsızlığa) götürür.” (Îmâm-ı Rabbânî “k. sirruh”)
* “Hiçbir kimse yoktur ki, dostu ve düşmanı olmasın. Mademki böyledir, o hâlde Allahü teâlâya ibâdet edenlerle beraber bulun, onları sev!” (İmâm-ı Şâfiî “rahmetullahî aleyh”)
* “Kötülere acımak, iyilere zulümdür. Zâlimleri affetmek, mazlumlara zulmetmektir.” (Şeyh Sâdi Şirâzî “r. aleyh”)
* “Her günâh affedilebilir. Her günâhın cezâsı, muhakkak dünyâda verilmeyebilir, âhirete de kalabilir. Ama zalimin cezâsı hem dünyâda, hem âhirette verilmedikçe ölmez.” (Hüseyin Hilmi Işık “r. aleyh”-Sohbetler)
* “Hakiki bir Müslüman, samimi bir mü’min; hiçbir zaman anarşiye ve bozgunculuğa taraftar olmaz.” ( Said Nursî “r. aleyh”)
* “İyilik yapmak iyidir. Fakat en tehlikelisi, kötülüğe alet olmaktır.” (Dr. Enver Ören “r. aleyh”; Sohbetler-14.11.1993)
* “Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın!.. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın!..” (Şeyh Edebali’nin Orhan Gâzi’ye Vâsiyetinden)
* “Bu uyduruk kelimelerle ilim olmaz; tercüme yapılamaz. Göreceksiniz bak, 40 yıl sonra İngilizce lisanımıza musallat olacak” (Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi; Türkiye Gazetesi-09.03.2008, s. 11)
* “İslâmlık terakkiye mânidir. Bu dinle yürünemez, mahvoluruz.” (Mahmut Esad Bey-İktisat Vekili; Ankara, 18.07.1923)
* “Sultan Vahideddîn, hâin ilân edilerek 2 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmış…”, “3 Mart 1924’te ‘Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ ile hilâfet ilga olunarak Halife ve ailesi sınır dışı edildi. Böylece devletin dinî karakterini ortadan kaldıran inkılâplar safhası açılmış, medreseler, kadılıklar ve ardından da tekkeler kapatılmış; medrese binaları, vakıf olmalarına rağmen maliyeye devredilip şahıslara satılmış, tasavvuf, şeyhlik ve müridlik yasaklanmış, tekkelere el konulmuş, şer’î hukuk tatbikattan kaldırılmıştır.” (Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci-Hayatı ve Hâtıralarıyla Seyyid Abdülhakîm Arvâsî; s. 118)
* “H. Hilmi Işık Efendi anlattı: Efendi Hazretleri, ‘İslâmiyetin iki hâmisi vardı. Zâhirini (dışını) Osmanlılar, bâtınını (içini) da Nakşî büyükleri muhafaza ettiler. Onun için bazıları bu ikisine düşmandırlar’ buyururdu. Bir defasında da, ‘Bu milletin çektikleri, Sultan Aziz’e yapılanların cezasıdır. Sultan Hamid’e daha sıra gelmedi’ buyurdular.” (Prof. Dr. Ekinci: A.g.e.: s. 108)
* “(1919-1922) Yunanistan’ın ülkemize verdiği zarar 5 milyar lira (4.762 ton altın=190 milyar dolar). Lozan Barış Antlaşması madde 59: Yunanistan, savaş yasalarına aykırı olarak Anadolu’da Yunun Ordusunun ya da yönetiminin eylemlerinden doğan zararların onarımını tanır. Öte yandan, Türkiye, Yunanistan’ın savaşın uzamasından ve onun sonuçlarından doğan parasal durumunu göz önünde tutarak onarım konusunda Yunan Hükûmetine karşı her türlü talebinden kesinlikle vazgeçer.” (Fuat Uğur-Türkiye Gazetesi; 03.05.2014, s. 9)
* “Masa başında toprak nasıl kaybedilir, içimizdeki hainleri anlatalım: Lozan Barış Antlaşması madde 129: ‘Türk Hükûmetince Anzak (Arıburnu) bölgesindeki toprak parçaları İngiliz İmparatorluğuna bırakılacaktır…’ Evet, uğruna 253 bin şehit verdiğimiz Arıburnu, İsmet İnönü tarafından İngiltere toprağı hâline getirilmiştir. Gelibolu Arıburnu sahilinde Türk Devleti asker bulunduramaz, hiçbir şey inşâ edemez.” (Dr. Mehmet Hakan Sağlam-Türkiye Gazetesi; 28.02.2015, s. 12)
* “1924’te, Halifenin kovulmasını ve Hilâfetin ilgasını tenkid eden Trabzon Mebusu (Milletvekili) kahraman Ali Şükrü Bey, alçakça şehîd edilmiştir.” (M. Şevket Eygi “r. aleyh”-Millî Gazete; 20.12.2016)
* “24 Kasım 1925: Erzurum’da bir kadın, asıl adı Şöhret, lakabı Şalcı Bacı. ‘Şapka Kanunu’na muhalefet’ten asıldı. Kadıncağız idama giderken, ‘Benim şapkayla ne işim olur’ diye ağladı ama meramını kimselere anlatamadı.”, “12 Aralık 1925: Rize’de şapka giymek istemedikleri için Ulu Cami önünde toplanan kalabalığa jandarma ateş açtı. 17 kişi öldü, 143 kişi tutuklandı. Yetmedi, o dönemin en büyük savaş gemisi olan Hamidiye zırhlısı Rize sahillerini topa tuttu.”, “4 Şubat 1926: İskilipli Atıf Hoca, Şapka Kanunu çıkmadan 1,5 yıl önce ve bakanlık izni ile basılan ‘Frenk Mukallitliği ve Şapka’ isimli kitabı yüzünden idam edildi.”, “Temmuz 1926: Mevlevî Şeyhi İbrahim Hakkı Efendi, gıyabında gerçekleştirilen mahkemesinden idam kararı çıktı. Karardan hemen sonra Kemah’taki köyünde sabah namazında secdede ruhunu teslim edince hakkında arama emri bulunduğu için oğlu babasının vefatını jandarmaya haber verdi. Köye gelen Seyyar Mahkeme Kararıyla mezarı açıldı, cenazesi kefeniyle birlikte darağacına asıldı.” (Recep Yazgan-Şehir Manzaraları; s. 295-296)
* “Din Dersleri, 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarıldıktan sonra, ‘Kur’ân-ı Kerîm ve Din Dersleri’ adı altında ilk mekteplerin 2. ve 3. sınıflarında haftada iki saat, 4. ve 5. sınıflarda bir saat, orta mekteplerin ilk iki yılında ise ‘Din Bilgisi’ adı altında haftada bir saat okutulmaya başlandı. 1927’de din dersine iştirak, talebe velilerinin tasvibine bağlandı. 1931’de orta mekteplerden, 1935’te ilk mekteplerden din dersleri kaldırıldı.” (Prof. Dr. Ekinci-A.g.e. s. 111)
* “Harf devriminin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma-yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Devrimin temel gayelerinden biri, yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslam dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. Din eserleri eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.” (İsmet İnönü- Hatıralar, c. 2) (*)
* “3 Nisan 1930 tarih ve 1580 sayılı Belediyeler Kanunu’nun 160. maddesi, vakıf mezarlıkları belediyelere devretti. Belediyeler, bunları istediği gibi kullanabilecek, dilerse satacaktı. Talan, daha kanun çıkmadan başladı. 29 Haziran 1925 tarih ve 1836 sayılı Bakanlar Kururu Kararı ile eski TBMM arkasındaki vakıf kabristanın 25 dönümü, inkılâbın en ateşli müdafilerinden Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi yazarı Siirt Mebusu Mahmut Bey’e, m2’si 25 kuruştan satıldı.” (Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci-Türkiye Gazetesi; 02.02.20/17, s. 10)
* “1930 senesi sonlarında cereyan eden Menemen hâdisesi münasebetiyle tasavvufla uzaktan yakından irtibatı olan veya olduğunu iddia eden kim varsa, toplanıp Menemen’e gönderilmiştir. Seyyid Abdülhakîm Efendi’nin ne tarîkat, ne siyaset, ne de dış dünya ile alâkalı hiçbir faaliyeti olmadığı hâlde, bir gece Kaşgârî Dergâhı polisler tarafından basılmıştır. Manisa müddeî-i umumiliğinden (savcılığından) gelen tevkif müzekkeresi üzerine, 12 Ramazan 1349 (l8 Ocak 1931) gecesi Seyyid Abdülhakîm Efendi, evinden alınarak Sirkeci’deki 1. Şubeye götürülmüştür. Dergâhdaki eşya da didik didik aranmış; suç delili olarak, (…)Seyyid Fehim Efendi’den kalma sarık, bir de büyük bir karton üzerine Hilmi Işık Efendi’ye yazdırdıkları ve Hz. Âdem’den kıyamete kadar gelecek insanların sayısını bildiren, Tezkire-i Kurtubî’den alınma keşfî bir formül.” (Prof. Dr. Ekinci-A.g.e. s. 131)
* “Halid Turhan Bey anlattı: ‘Menemen’de bir gün mahkeme avlusunda oturuyorduk. Rize’den zanlı olarak getirilmiş çok yaşlı bir adam gördük. İki koluna iki adam girmiş, bir elinde de baston olduğu hâlde, zor yürüyordu. Efendi Hazretleri bu manzarayı görünce çok üzüldü; üç defa lâ havle çekti. Sonra da bana, ‘Âdem aleyhisselâmdan bu yana böylesi bir zulüm görülmedi’ buyurdu.” (Prof. Dr. Ekinci-A.g.e. s. 135)
* “İstiklâl Mahkemeleri, adâlet değil, zulüm dağıtıyordu. Avukat tutulamıyordu, karardan sonra Yargıtay’a (Temyiz’e) müracaat hakkı yoktu. İdâm cezası veriliyor, bir iki gün sonra vatandaş paldır küldür asılıyordu. Bu yolla nice din âlimini, tarikat şeyhini, gazeteciyi, muhalifi yok ettiler.” (Mehmed Şevket Eygi “r. aleyh”-Millî Gazete; 07.10.2017, s. 3)
* “15-25 Ocak 1931 günleri arasında hadiseyle doğrudan irtibatlı görülen Esad Efendi ile beraber 105 kişi Divan-ı Harb-i Örfî tarafından idama mahkûm oldu; bunlardan 28’inin hükmü 4 Şubat’ta asılarak infâz edildi. Erbilli Esad Efendi, çok yaşlı olduğu için idamdan kurtularak 24 sene hapse mahkûm olmuş ise de nezârette iken vefat etmiştir.”, “Halid Turhan Bey; Abdülhakîm Efendi’ye yazdığı mektuptaki Farsça ‘dûr üftâde’ (uzak düşmüş) tabiri, emniyet ve adliyece ‘devr-i üftâde’ (düşük devir) şeklinde okunup hükümete hakaret şeklinde tefsir edilmiş, ‘bu kâfir nefisten bizi kim kurtarır’ ifadesinden de (devlet reisine suikast) anlamı çıkarılmıştır.”, “Seyyid Abdülhakîm Arvâsî’nin büyük oğlu Seyyid Ahmed Mekkî Üçışık, 1932 yılında Yalova Kadıçiftliği Mektebi muallimidir. Mektebe müfettiş geliyor. Kollarını sıvamış vaziyette yanına gelen bir müstahdeme muallim efendiyi soruyor. Müstahdem, ‘Muallim Efendi, namâz kılıyor. Abdest aldım, ben de kılacağım” deyince, müfettiş artık kendisiyle görüşme lüzumu hissetmeden çıkıp giderek menfi rapor hazırlıyor. İkisi de memurluktan tardediliyor.” (Prof. Dr. Ekinci-A.g.e. s. 138-139, 447-448)
* “Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kuran denir.”, “Muhammed birdenbire Allah’ın Resulümüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O Arapların ahlâk ve âdetlerinin pek fena ve pek iptidaî ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları ıslah için, tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur.”, “Hakikatte Peygamberin ilk söylediği Kuran ayetlerinin ne olduğu kat’i surette malûm değildir. Muhammed uzun bir devirdeki tefekkürlerin mahsulü olan ayetleri lüzum ve ihtiyaçlara göre takrir ediyordu.”, “Muhammed cinlerin vücuduna samimi olarak inanmıştı.” (“Tarih II-Ortazamanlar”; MEV İstanbul 1931, s. 89, 90 ve 91)
* “Mevcut dinlerin telkin ettiği itikada göre Allah birdir, kâinatı o yaratmıştır. Fakat fenni terakkiler günden güne bu itikadın boş olduğunu ve Allah denilen varlığın mevcut olmadığını göstermektedir.” (Hayat Ansiklopedisi; İstanbul 1932)
* “1932’de ezân Türkçeleştirilmiş, 1933’te salât-ı selâmlar, 1937’de ölü haberi olarak okunan salâlar kaldırılmıştır.” (Duran Kömürcü-Vakit Gazetesi; 13.10.2008, s. 6)
* “Kahrolsun Şeriat Hükûmeti”,“Artık 1935’teyiz. On iki senelik bir müddet zarfında, yeni Türk, kendine yeni bir ruh, yeni bir ahlâk, yeni bir tarih, hattâ, Allah’ı artık Tanrı diye andığı için, diyebilirim ki yeni bir Allah yaratmıştır.” (Moiz Kohen/Tekin Alp-Kemalizm; İstanbul 1936, s. 94, 171)
* “Kamalizm, bütün dinlerin üstünde bir yaşamak dinidir. Şimdi yaşamak dini, yarın ahrette nimet bulmak hurâfesini yıkmıştır. Tapılan görünmeyen değil, görünen hakikattir.”, “Kamalizm dininin hiç şaşmayan disiplini altında gençlik böyle olacaktır.”, “İslâm dini, tam Araba yakışan bir dindir.” (CHP’nin Edirne Milletvekili Şeref Aykut: 1874-1939)
* “İnsanız en şerefli mahlûkuz/Deyip de pek fazla övünmek haksız/Atamız elma çaldı cennetten/Biz o hırsızın çocuklarıyız.” (Orhon Seyfi Orhon-CHP Milletvekili: 1890-1972)
* “Cehennem var diye/Kurum etme ey Tanrım/Bağrımdaki ateşle/Seni bile yakarım” (Falih Rıfkı Atay-CHP Milletvekili: 1894-1971)
* “Ne câmi, ne medrese, ne başka bir gençlik kurumu. Bizce: Halkevleri bugünkü neslin gireceği biricik evler, biricik tapınış yerleridir. Gençlik bu evlerde ne bir puta, ne de mevhum bir varlığa tapınmıyor. Gençliğin bu evlerde bir tanrı olarak bulduğu yine kendisidir.” (Ülkü Halkevleri Dergisi; Yıl: 1936, S. 36, s. 459)
* “Ben, bu yeni kelimeleri uydurarak dili bozmak ve bu dille okuma yazmayı imkânsız hâle getirerek kullanımdan kaldırmak istiyorum.” (N. Ataç “Bkz: Mustafa Miyasoğlu-Edebiyat Sohbetleri; Konak Yy. İst. 2003”)
* “İsmet İnönü’nün kültür danışmanı ve Türkçenin düşmanı… Nuruhlah Ataç” (Hayrettin Çakmak-Yazık Oldu Güzel Dilimize/Tükçeye Sûikast; Ktb Yy. İst. Ağustos 2022, sy. 208 )
* “Kemalizm; M. Kemalin ölümünden sonra Dönmeler tarafından fabrike edilmiş ideolojimsi bir şeydir. Evrensel insan haklarına, millî kimlik ve kültürümüze, bilgeliğe aykırıdır.” (M. Şevket Eygi “r. aleyh”-Millî Gazete; 23.09.2017, s. 3)
* “1930’lar milliyetçiliğinin ırkçılığa yaklaştığı, ilmî temellerden uzaklaştığı iddia edilebilir. Ancak daha ağır hata, din unsurunu bertaraf eden bir milliyetçilik anlayışıdır ki, bu Türk milliyetçiliğinde mümkün değildir. Zira İslâm olmaksızın Türk milliyeti düşünülemez.” (Yılmaz Öztuna “r. aleyh”-Türkiye Gazetesi, 23.10.1994)
* “Osmanlı Devleti, Sünni esaslar üzerine kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti ise Alevi esaslar üzerine kurulmuştur.” (İdare Hukuku Ordinaryüs Profesörü Sıddık Sami Onar)
* “Üstâd Gazeteci-Yazar M. Şevket Eygi” ise Osmanlı Dönemini en güzel bir şekilde şu cümleler ile tanıtır: “Osmanlı’da din ve devlet birliği vardı. Devlet ile din kavgalı değildi. Devlet; dine hizmet etmekle, dini yüceltmekle yükümlü idi.”
*“CHP iktidarının şairleri, Peygamber diye, bazen Allah diye bahseden şiirler yazdılar. Edip Ayel diye biri, aynı şiir içinde Atatürk’e hem peygamber, hem de Allah diye yaltaklanıyordu. Kemâlettin Kamu’ya göre, ‘Kâbe Arabın olsun/Çankaya bize yeter’di. Behçet Kemal Çağlar, Peygamberimiz için yazılan Mevlîd’i, baştan sona kadar Atatürk’e çevirmişti: ‘Kim dilersiz bulasız oddan necat/Atatürk’e, Atatürk’e esselat’” (Yavuz Bülent Bâkiler-Türkiye Gazetesi-10.06.2011, s. 17)
* “S. Abdülhakîm Efendi hakkında şikâyette bulundular. ‘Şeyhlik yapıyor’ meâlindeki ithamları havi mazbatayı, o zamanlar CHP Eyüp ilçe başkanı olan Şehabeddin ismindeki gence verdiler. Bu da İstanbul Vâlisi Lütfi Kırdar’a gönderdi. Lütfi Kırdar Kerküklü idi ve Abdülhakîm Efendi’yi tanırdı. Bunu fırsat bilerek mazbatayı Ankara’ya, o zamanlar başvekil olan Şükrü Saraçoğlu’na gönderdi. ‘İslâmiyeti neşrediyor. Gençler ve münevver zümre arasında şeriatı yayıyor’ diye tevkif ve tecziyesini Ankara’dan istedi. Hâlbuki Seyyid Abdülhakîm Efendi, ‘Müslüman dine uyar, günâh işlemez; kanunlara uyar, suç işlemez’ fetvasınca gayet dikkat eder; siyasete karışmaz, suç teşkil edecek hiçbir faaliyette bulunmazdı. Vaaz ve sohbetlerinde anlattıkları da, İslâm dininin iman ve ahlâk esaslarına dair bilgiler idi. 1362 Ramazan ayının 18. Gününe rastlayan 1943 Eylül’ünün 18. Cumartesi günü, Seyyid Abdülhakîm Efendi’nin Eyüp’te Gümüşsuyu’ndaki evi, elliye yakın sivil ve resmî polis memuru tarafından sarıldı. Menemen hadisesinden o zamana kadar, birkaç günde bir Kaşgârî Dergâhı polislerce basılır; kitap, mektup, yazı adına ne varsa didik didik aranırdı. Ancak son derece ihtiyatlı olan ve nezdinde el yazılı hiçbir şey bulundurmamaya dikkat eden Abdülhakîm Efendi, kendilerine itham vesilesi olabilecek hiçbir şey vermez; hatta vazifelerini yerine getirmelerinde kolaylık gösterirdi. Şakir Efendi ve o anda tesadüfen tekkede bulunan kayınpederi Cafer Efendi ile Cemiyetler Kanunu’nun aradığı üç kişilik nisap teşkil edilmiş oluyordu. O zamanlar üç kişinin izinsiz bir araya gelmesi, kanuna muhalefet olarak değerlendirilirdi. Dergâh didik didik arandıktan sonra, cürüm âleti olarak birkaç mum ve civardaki bir türbeden çıkarılan sarıklı başlık ve üstadları Seyyid Fehim Efendi’nin yâdigârı olduğundan hürmet ile bir bohçanın içinde saklanan bir entâri ile birlikte, Sirkeci’deki Polis Müdüriyetine götürüldü. Siyasî Şube Müdürü Selman Bey, ‘Efendi Hazretleri! Masum ve makbul olduğunuza eminim. Ne yapayım ki, Heyet-i Vükelâ (Bakanlar Kurulu) Kararı ile yarın İzmir’e teşrif edeceksiniz’ diyerek özür diledi.”, “Şükrü Saraçoğlu’nun din ve dindarlara bakışının çok menfi olduğu, nitekim 1926’da Medenî Kanun’un kabulüne dair müzakerelerde, ‘Biz bu yeni kurduğumuz devletle mütenasip olarak bir kanun-ı medenî vücuda getiriyoruz. Böylece çöl kanunundan kurtulacağız’ demiştir.” (Prof. Dr. Ekinci-A.g.e. s. 145-146)
* “Şükrü Saraçoğlu, İnönü’nün ilk başbakanıdır ve ‘Bu devletin A’dan Z’ye kadar her şeyi değişmelidir’ demiştir.”, “CHP döneminde dinsizler yönetime hâkimdi.” (Reşat Nuri Erol-Millî Gazete; 16.10.2016, s. 4)
* “Emin Garbi Arvas Bey anlattı: ‘Efendi Hazretleri’nin damadı ve dayım Van Mebusu İbrahim Arvas Bey, zamanın başvekili Şükrü Saraçoğlu’nu telefonla aradı. Bu konuşma yanımda cereyan etti. Dayım Başvekile, ‘Kayınpederim yaşlı ve hastadır. İzmir’de yalnızdır. Bizim hanım kızıdır. Ankara’ya gelmesine izin verilirse, bakar. Sizden rica ediyorum, hiç değilse Ankara’ya getirilsin’ dedi. Başvekil, ‘İbrahim Bey, bu senin kayınpederinin kırk bin adamı varmış’ deyince dayım, ‘Bunu size kim söyledi beyefendi?’ diye sordu. Başvekil, ‘Emniyet umum müdürü ile dâhiliye vekili’ dedi. Bunun üzerine dayım, ‘Yazıklar olsun sizin istihbaratınıza! İkisi de yalan söylüyor. Etrafında dört kişi bile yok. Bu yaşta bir adamı sürgüne göndermek zulümdür. Bu muamelelere dayanamaz, ölür’ diye cevap verdi. Şükrü Saraçoğlu, ‘İyi ya; biz de zaten onu bekliyoruz’ dedi.” (Prof. Dr. Ekinci-A.g.e.s. 150)
* “Mayıs 1944’te, Necip Fâzıl’ın ‘Büyük Doğu Dergisi’, ‘Allah’a itaat etmeyene itaat edilmez’ hadîs-i şerîfini kapak yaptığı için, ‘Halkı yöneticiler aleyhine kışkırttığı’ gerekçesiyle kapatıldı.” (Recep Yazgan-Şehir Manzaraları; s. 298)
* “Yıl 1946: Sovyetler Birliği’nden Türkiye’ye iltica eden 146 Azerbaycanlı Mülteci, CHP Yönetimi tarafından iade edilir edilmez, Aras nehri üzerindeki Boraltan Köprüsü üzerinde kurşuna dizildi.” (R. Yazgan-A.g.e.s. 298)
* “Biz Yahûdiler, 20. Yüzyılda, Orta-Doğu’da yıkılmaz denen Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkıp iki devlet kurduk! Onlara, öyle güzel bir sistem inşa ettik ki, Türkler, bize Filistin’i vermeyen Abdülhamid’e 200 sene daha söverler!..” (C. Weizman: İsrail Cumhurbaşkanı-Türkiye Gzt; 03.11.2014, s. 9)
* 14 Mayıs 1948’de kurulan İsrail Devletini ilk tanıyan ülke, CHP Yönetimindeki TC olmuştur. “Hürriyet Gazetesi; Burla Biraderler ve Mason Simavi ailesi ortaklığıyla aynı yıl kuruldu.” (A. Haydar Haksal-Millî Gazete; 29.09.2017, s. 15)
* “İsrail, 1948’de kurulurken 5 bin yıl evvel kullanılan İbraniceyi resmi alfabe olarak kabul etti. Kaybolup giden bir dil, yeniden hayat buldu. (…) Tek parti zihniyetinin Osmanlı muhalefeti, İslâm düşmanlığından ileri gelmektedir. İslâm’a düşman olanlar; imâna da, ezâna da, namâza da, camiye de, elifbaya da düşmandır.” (Rahim Er-Türkiye Gazetesi; 11.12.2014, s. 3)
* “Dinini, dilini ve millî-mânevî değerlerini kaybeden milletler, tarihten silinmeye mahkûmdurlar.” (Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk-Kardeşlik ve İşbirliği Kurultayı; 24.03.1993)
* “Milletler, aynı dili konuşan değil, aynı kültürü paylaşan topluluklardır.” (Gürbüz Azak “r. aleyh” –Türkiye Gazetesi, 12.12.1997, s. 2)
* “Anadolu’da on bir bin yıl içinde 30 medeniyet ve yüzlerce devlet, târihin sayfaları arasına gömülmüştür. Temelsiz milletler yıkılmaya mahkûmdur… Dînimize, dilimize, mazimize, örf ve âdetlerimize sahip olmaya mecbûruz. Aksi takdirde ne mi olur? Anadolu’nun 31. Medeniyeti de yok olur… Şu güzel milleti, târih çöplüğüne gömerler.” (M. Necati Özfatura “r. aleyh”-Türkiye Gazetesi; 24.05.2002, s. 10)
* “Batı dargın, Doğu dargın, gök dargın/Ön, ard, üst, alt taşla örülü kaldı. Hâsılı, yaktılar baba evini/Ne sözü, ne izi, ne külü kaldı. Çözdük her müşkülü derlerse, de ki:/Sonunda var olma müşkülü kaldı.” (Necip Fâzıl Kısakürek “r. aleyh”-Çile)
* “…Millî Eğitim Bakanımız… önce ahlâktan, tarihten, edebiyattan başlamalıydı. Nedense bu sözleri ilgililerin hiçbiri duymuyor, duymak da istemiyor.” (Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil; Türkiye Gazetesi-11.03.2022)
* “Hayat; doğru ile yanlışın, güzel ile çirkinin, faydalı ile zararlının, adaletle zulmun mücadelesinden ibarettir.” (Prof. Dr. Necmeddin Erbakan “r. aleyh”; Yeni Akit Gzt-27.02.2023, sy. 10)
* “Ekşi Sözlük; bünyesinde 100 bin civarı yazar bulunduran ve yazarlar içinde 300’ü aşkın militanlaşmış bir platform” (Ayşegül Akyüz Yahşi-Yeni Akit Gzt; 27.02.2023, sy. 12(
* “Emr-i ma’rufu (dinde emir ve güzel olan şeyleri) ve nehy-i münkeri (günâhlardan ve kötülüklerden sakındırmayı) el ile yapmak, devlet adamlarına, dil ile yapmak, din adamlarına, kalb ile yapmak da her müslümana farzdır.” (Hadîka-Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye “Ta’zir” bahsi)
* “…1930’lu yıllardaki sözde ‘dilde sadeleştirme’ faaliyetleri ile asırlardır benliğimize şekil veren nice kelime dilimizden dışlandı. Bunların yerine konmak istenen tatsız, renksiz, ahenksiz yüzlerce kelime ile kadim medeniyetimiz kesintiye uğratılmaya çalışıldı. Hayali kurulan şey, aslında devletimizin müesseselerinden de milletimizin gönlünden de ecdâdın bütün izlerini silmekti.
Bu yeni kelimeler millî hançerimize uymadığı gibi, düşünce ufkumuzu da daraltmıştır. ‘Alenî, bâriz, aşikâr, ayan, sarih, üryan, berrak’ kelimelerinin yerine günümüzde sadece ‘açık’ kelimesini kullanmaya mahkûm olmamız başka nasıl izah edilir. Maalesef bunun gibi yüzlerce misâl vermek mümkündür. Hele sosyal medya denilen mecralarda kullanılan dil, Türkçemiz için tam bir felâket habercisidir.” (CB-R. Tayyip Erdoğan: 2021 Yunus Emre Yılı vesilesi ile yaptıkları açış konuşması)
* “Bağnaz bakış, binlerce yıllık medeniyet mirasımıza sırtını döndü. Türkçemiz, tarihimizin en büyük kelime katliâmlarına maruz bırakıldı. Diline sahip çıkmayan, devrilmeye mahkûmdur.” (CB R. Tayyip Erdoğan; Türkiye Gazetesi-21.01.2021, s. 1, 9)
—————————————————–
(*): Bir vakıf tarafından bu ifadenin adı geçen eserin baskılarında olmadığı, bizim de aralarında bulunduğumuz 10 kadar gazeteci-yazarın bu hususta yanıldığı dile getirilmiş ise de, gerek İnönü’nün gerekse dönemin icraatlarının hep bu doğrultuda gerçekleştiği de bir vakıadır. (A. Ka.)
Saygıdeğer Okuyucularımız!..
1942 Erzincan doğumlu, Ziraat Yüksek Mühendisi ve Türkiye Gazetesi Araştırmacı Yazarı, Türk Dünyası Koordinatörü olan Sn. “Numan Aydoğan Ünal” Beyefendi tarafından derlenip yayına hazırlanan ve de “KTB Yayınları”nca geçtiğimiz yılın Ağustos ayı içinde neşredilen “Yazık Oldu Güzel Dilimize TÜRKÇEYE SÛİKAST” adlı 552 büyük boy sayfalı eserde yer alan her bir makâleyi okurken “Uydurukçacı/Dil Tahripçileri”nin asıl maksatlarının “lisan” yoluyla “dîne” vurmak, bu yolla da “İslâmiyet” ve “şanlı târihimiz” ile bağlarımızı koparmak olduğunu görüyor ve öğreniyoruz.
Bilindiği üzere bunların getirdikleri ve oldukça da yaygınlaştırdıkları bir “uydurukça sözcük” de “hayat” kelimesi karşılığı ortaya attıkları “ya…m”dır.
Peki, bunların ve bir kısım “Türk-İslâm Düşmanları”nın, “Türk Dünyası Lehçeleri”nde aynen kullanılan “hayat” kelimesi yerine bu “uydurukça”da niçin ısrar ettiklerini, (rahmetli “Orhan Şâik Gökyay”ın eserine ad olarak verdiği “Destursuz Bağa Girenler” ifadesinin ve “C. Yakup Şimşek”in “Yeni Türkçe ‘guguk’ça/Salla dur uydurukça” tespitinin nasıl da yerine oturduğunu) hiç düşündünüz mü?..
Diyoruz ve dahi yukarıda sunduğumuz “serlevha” hâlindeki gerçeklerin ışığında kaleme aldığımız aşağıdaki mısralarımız ile Sizleri başbaşa bırakalım istiyoruz. Kalbî sevgi ve saygılarımızla…
= = = (***) = = =
“Türk-İslâm Düşmanları”, “hayat” demezler, niçin?
“Gizli-aş’kâr gâvurluk”, “parola”dır bu, geçin;
“Ateistler-Deistler”, faaldir için-için!..
“Kur’ân/Müslim: Hayât” der, “Türk Lehçesi”: “Hayat”ta;
“Düşmanlar” köşe-bucak, dağılmış “kâinat”ta!..
“Türk-İslâm Düşmanları”, sanırsın “sözleşmiş”ler;
“Yaş… Yaş…” deyip savrulmuş, “Agop”la “birleşmiş”ler;
“Ataç” çekmiş/sürümüş, “Aziz”ce “leşleşmiş”ler!..
“Kur’ân/Müslim: Hayât” der, “Türk Lehçesi”: “Hayat”ta;
“Buhârî” var, “Müslim” var; “temel”dir “kâinat”ta!..
“Türk-İslâm Düşmanları”, “Moskof-Pekin Yanlılar”;
Derken “Tel-Aviv” çıktı, “Filistin”de “Kanlılar”;
“Berlin Duvarı” çöktü, bir de “Tevrât Zanlılar!..”
“Kur’ân/Müslim: Hayât” der, “Türk Lehçesi”: “Hayat”ta;
“Buhârî” var, “Müslim” var; “temel”dir “kâinat”ta!..
Sene “..79”da, “Agop: Zıbardı” gitti;
Anlı-şanlı “TRT”(!), bak “Adil Acar” etti;
“İhanete alkış”tı, “millî şuur” da bitti!..
“Kur’ân/Müslim: Hayât” der, “Türk Lehçesi”: “Hayat”ta;
“Buhârî” var, “Müslim” var; “temel”dir “kâinat”ta!..
“Türk-İslâm Düşmanları”, “Ekşi Sözlük” saf’ında;
“Çamuriyet” ve “Sözcü”, “Agop-Ataç “ gâf’ında;
“Kâfirlerin inkârı”, “sûre”lerin “Kâf’ında!..”
“Kur’ân/Müslim: Hayât” der, “Türk Lehçesi”: “Hayat”ta;
“Buhârî” var, “Müslim” var; “temel”dir “kâinat”ta!..
“Türk-İslâm Düşmanları”, “Uydurukça: Fay Hattı”;
“Sözlüğümüz” içine, “7.7 lâf” kattı;
Bir “Türk Dil Kurumu” var, “berbattan da berbat”tı!..
“Kur’ân/Müslim: Hayât” der, “Türk Lehçesi”: “Hayat”ta;
“Buhârî” var, “Müslim” var; “temel”dir “kâinat”ta!..
“Türk-İslâm Düşmanları”, “MEB”te “yuva” kurmuşlar;
“YÖK”lere yükselmişler, “uyduruk” savurmuşlar;
“Fikri Durmuş” bakanlar, “koltuğa kurulmuşlar!..”
“Kur’ân/Müslim: Hayât” der, “Türk Lehçesi”: “Hayat”ta;
“Buhârî” var, “Müslim” var; “temel”dir “kâinat”ta!..
KAYIKÇ’Ali yaz-duyur, “Türkçeye Sûikast”ı;
Bir “Cihan Kitabevi: Türkçe Kur’an”ı bastı;
“Agop-Ataç” fermânı(!), “dîne idâm”dı kastı!..
“Kur’ân/Müslim: Hayât” der, “Türk Lehçesi”: “Hayat”ta;
“Buhârî” var, “Müslim” var; “temel”dir “kâinat”ta!..