
KÂİNATIN EFENDİSİ’NE SELÂM
M. Halistin Kukul
Seni, tarif, tasvir ve takdîme takadim mi var! Yoksa; idrâkim mi, güzelliğinin, güzeller güzeli vasfını
yakalamak için harcadığı cehdle mevkisizliğin ilk basamağına yükselebilir !
Hayır! Hayır! Çünkü; Sen, Kâinatın Efendisi’sin, Efendim! Kâinatın Efendisi’ni, ancak ve ancak, Kâinatın
Yaratıcısı olan Allahü teâlâ tam olarak anlatabilir.
Peki, ne mi buyuruyor O : “ Sen olmasaydın, sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım.”
Sâdece bir defa “ Sen olmasaydın..” değil; iki kez “ Sen olmasaydın, Sen olmasaydın…” buyuruyor.
Çünkü; Sen; “ Hâtem-ün-nebiyyîn” ve “ Hâtem-ül- Enbiyâ”sın!
Ey Sevgiler menbaı! Ey, en büyük san’atkâr olan Allah’ın “ Habîbim” diyerek hitâp ettiği en mümtaz
insan, biz de Sendeki “ aşk” tan nabsiblenmek istiyoruz!
Teşrîfin; bütün zamanların ve mekânların tezyîni ve tenviri için ise, – ki, inanıyoruz, öyledir- bizim de
rûhumuzu ve cismânî varlığımızı bu güzelliklerden kısmetlendir.
Sözlerindeki, Kur’ânî-Muhammedî letâfet ve cezbediciliğin sevdâsıyla kalbimize nûrundan nûr ikrâm
bahşeyle!
Necip Fâzıl’ın dediği gibi: “ Sen; var oluşunun şerefine, Allah’ın topyekûn varlığı hediye ettiği ilk ve son
Varlık Nuru!”sun. Sen; Kâinat Efendisi’sin, Efendim!
Resûl’sün, Nebî’sin, Dürr-i Yetîm ( Yetîmlerin İncisi)’sin ve El-Emîn’sin! Ve Sen; “Nur Çocuk” olarak
büyüyen, gönülleri parlatan sevgi, hoşgörü, huzur ve haz Padişâhısın!
Her sözün, her hâlin; duruşun, bakışın, yürüyüşün, konuşusun, okuyuşun, oturuşun, tebessümün,
sevişin, affedişin,…” numûne-i imtisâl “ olarak dünya durdukca, bütün zamanları, mekânları , canlıları ve
cansızları ihâta etmiştir.
Allah kelâmı, sözlerin en mükemmeli, en güzeli ve en mânâlısı olan Kur’ân-ı Kerîm’in yegâne “tefsircisi”
de Sensin!
Îzâhta, sözün kifâyetsizliğini hangi sözle tasavvur kılayım?
Benim gibi, bizim gibi, onlar gibi.. niceleri ve niceleri..âlimler, san’atkârlar, edibler, muallimler,
şâirler..Seni anlatabilmek için ömürler tükettiler! Kim anlatabildi? Ne kadar!..
Çünkü; Sen, Kâinatın Efendisi’sin! Başımızın tâcısın, gönüllerimizin Mîrâcısın, ilâcısın!
Sen; nûr ummânının yârı; yâr kapısının baharısın! Her diyârda Seni aramak can borcumuzdur!
Sen olmasaydın, insan olarak varlığımın şuûrunu kimden ve nasıl kazanacaktım? Sen olmasaydın, kimi
numûne alacaktım?
Vazgeçemediğin dâvânın yoluna bizi kim dâvet edecekti? Buyurdun ki: “ Sağ elime güneşi, sol elime
kameri verseler de bu dâvâdan vazgeçmemi teklif etseler, ben de öleceğimi bilsem yine vazgeçmem!”
Ey ilk ve son, ve en güzel örnek! Ey,Yüce Rabbin “ en güzel biçimde yarattığı insanın, en güzeli” !
Allah ahlâkının yâni en güzel ahlâkın, en güzel temsilcisi! İstikametimizi, bir ân ve bir milim olsun,
istikametinden ayırmaktan hicap duyarak gayrette bulunmak arzusundayız, yaşamak zorundayız! Huzuru
İlâhî’ye geldiğimiz zaman, Sana gönderdiğimiz “ selâmlar” ın yüzü suyu hürmetine şefaâtini esirgeme!
Yüce Allah, Senin için, Enbiyâ sûresinin 107 âyetinde :” Âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.”
buyuruyor da, Sen de O’nu teyîtle: “ Ben, ahlâkın en yüksek olanını tamamlamak için peygamber olarak
gönderildim. “buyuruyorsun. Bizi de yanına çek, bizi de yanına al, himâyende bulundur!
Ebediyyen!..Ebediyyen!..Ebediyyen!..
Ey Şanlı Peygamber, Ey Şanlı Kılavuz! Ey Güzellikler Önderi! İnsanlık Rehberi! Ayak izini Arafat’ta,
Hira’da; kokunu Mescid-i Nebevî’de ; alın terini Mescid-i Kuba’da ; huşûnu Kâbe-i Muazzama’da aradım!..
Bütün gülleri Senin için kokladım; onları, Senin kokundan bir zerre olarak teneffüs ediyorum! Doymak
ne mümkün!
Su, hava ve toprak.. Ve her şey, Seninle mes’ut ! Herkes, Seninle, her güzelliğin farkına varıyor! Evet;
yalnız Seninle, Seninle ve yineSeninle!..
Çünkü; Kâinatın Efendisi, Sensin! Sana binlerce, milyonlarca…Milyonlarca selâm, selâm, vesselam.