Bazı Acılar Sessizdir, Ölüm Gibi…
Dedikleri gibi varmış, ateş yalnızca düştüğü yeri yakıyormuş. İnsanın başına gelmeyince anlamıyormuş. Bana hep seni anlıyorum gibi teselli eden sözler söylenirdi, ben de bu tatlı beni teselli eden, bu kelimeye inanırdım. Ne yalan söyleyeyim bende, bu teselli konuşmasını insanlara yeri geldiğinde söylerdim. Ama, bu bildiginiz gibi insanları teselli etmek için ortaya atılan tatlı bir yalandan ibaret olduğunu babamı kaybedince çok daha iyi anladım.
Kimse kimseyi anlayamaz, yalnızca anlamaya çalışırmış. Ölüm Allah’ın emridir, Kimileri ansızın hiç beklenmediği anda, kimileride alıştıra alıştıra hakkın rahmetine kavuşuyor. Benim babamda; bizi alıştıra alıştıra aramızdan ayrıldı. Annem, babam rahmetli olduktan sonra, bana şunları söyledi! Her insanın hataları, günahları olduğu gibi babanın da hataları ve günahları olmuştur.. Belki de bu hastalık ve çektiği ızdraplar, babanın bu dünya da ki kefaretiydi demişti! Umanm öyle olmuştur anne! Çünkü, babam o kadar çok zor bir süreçten geçti ki! Gözümüzün önünde eriyip gitti ve bizim elimizden hiçbir şey gelmedi. İnsanın canını da en çok bu acıtıyor. Beraber, çok badireler atlattık 6-7 ay hastane kapılarında dört döndük. Bu süreçte, en çok zorlanan babam oldu! İlk hastaneye yatışı verildiğinde, bana durumu izah edişini hiç unutamıyorum. Boğazı düğüm düğüm, gözleri yaşlı! Bana şeyler anlatmaya çalışıyor, bir yandan da beni üzmek istemiyor, konudan konuya geçiyordu. Her şeye rağmen de ben iyiyim diyerek, beni teselli etmeye çalışıyordu. Babam İyi değildi, ben gözlerimle bunu açıkça görüyordum.
Aslında ben iyi olduğu beni teselli yalanına ben de inanmak istiyordum. Babam, güçten kuvvetten kesildikçe, çevremdeki insanlar, arkadaşlarım, akrabalarım bana, baban güçlü, bunu da allatacak gibi şeyler söylüyorlardı.
Doktorlar bile evet tedaviye yanıt veriyor, her şey beklediğimiz gibi gidiyor, gibi umut verici kelimeler söylediklerinde, bizlerde ister istemez ümitleniyorduk. Ümitlenmek ve sonunda hayal kırıklığa uğramak o kadar kötü
bir şəymiş ki! Babamın kötü olduğunu bildikleri halde insanlar bana resmen yalan söylüyorlardı. Beni boş bir ümit içine sokuyorlardı. Artık kendimi en kötüsüne hazırlamıştım. Ne kadar en kötüsüne hazırlasam da insan, kabullenmekte zorluk çekiyor. Bu ben de bir nevi bir travma yaratıyordu Her ne konuda olursa olsun kendimi ümitlendirip, bir beklentiye girmiyordum. Çünkü bir şeyin hayalini kurup, ümitlendiğimde, her an çatısı başıma yıkılacakmış gibi hissediyordum. Elimizden geleni yaptık. Hastalık o kadar iliet bir şey çıktı ki, babamın yakasını bırakmadı. Babam hastalığnı ilk öğrendiğinde hiç benim başıma böyle bir şeyin geleceğini tahmin etmezdim demesini unutamıyorum. Bizim de başımıza da böyle bir şeyin geleceğini tahmin etmezdik. Ama öyle değilmiş insanın başına her şey gelebilirmiş. Ne oldum değil, ne olacağım demeliymiş. Bu sürecin sonunda, babamı kaybettik. Evet, ilk başlarda kendimi babamın öldüğüne kendimi alıştıra alıştıra hazırlamaya çalıştım. Ama, nerden bilebilirdim babasızlığın, bu kadar acı yürek yakan bir duygu olduğunu. Ben babamın tüm sürecinde yanında değildim. Ben okulumdan dolayı ayda en fazla 2 kere gelip gitmeye çalışıyordum. Babamın ölüm haberini okuldayken aldığımda, dünyam başıma yıkılmıştı. İnanamamış, ta ki annemi arayıp o sesini duyana kadar..
Apar topar bir şekilde kendi şehrim Samsun’a gelmiştim. Hala idrak edemiyordum, yolda gelirken hep düşünüp durdum. Şimdi ne olacak? İnsanlar gelip başsağlığı dilediğinde, ne demeliyim? Annem şimdi nasıldır? Bundan sonraki hayatım babamsız nasıl olacak? Hayata devam edebilecek miydim? Daha önce başıma hiç böyle bir şey gelmemişti ki! Şimdi ne yapmam konusunda, en ufak bir fikrim yoktu. Samsun’a gelirken o araba bana o gün o kadar dar gelmişti ki! İçim içimi yerken ağlayamamış, ama bir taraftan da arabadan aşağı inip, içim haykırmak istiyordu. Ama yapamadım, neden yapamadım? Neden ağlayamadım bilmiyorum! İçime attım en sonunda eve geldiğim de o kapının önündeki bırakılmış, ayakkabıları gördüm. Evet bu evde, bir babayı kaybettik dedim. İçeri girdiğimde o babamı hatırlatan ev kokusu, kalabalık sesler, gözlerim annemi arıyordu! Annemle karşılaştığım da kendimi artık tutamamıştım, arabada ağlayamadığım kadar annemin dizlerine kapanıp ağladım. Annem de yıkılmış çok üzgündü, ama bir yandan da beni teselli etmeye çalışıyordu. Gariban, gönlü güzel, ağzı olup, dili olmayan güzel annem. Eve gelen herkesi hiçbir şey olmamış gibi kapıda karşılıyordum, sanki karşılamazsam, bu bir ayıpmış gibi, insanlar bunun dedikodusunu yapar korkusuna, herkesi teker teker kapıda karşılıyordum. Tüm bu olanlar bana bir sözü hatırlatıyordu. Sadece “helva sizin evinizde kavrulana kadar, tadı size tatlı gelirmiş”. Bu deyim o kadar doğruymuş ki!
Gelen gidenler, bana artık bu evin reisi sensin, tüm sorumluluk sana kaldı, gibi şeyler söylemeye başlamıştı. Ne garip, acımı daha atamamış bir insana böyle şeyler söylenir miydi? Kimse kimseye saygı duymaz mıydı? Bu genç yaşında, omuzlarında o kadar çok ağır bir yük hissediyorum ki! Annem, kimsenin eline baksın istemiyordum. Ama korkuyorum, ya istediğim şeyleri başaramazsam, ya annemin başını öne eğdirirsem, ya da işe yaramaz biri olarsam. Bu korkumu içimde yaşıyor, kimseye anlatamıyordum. Bir şeyi çok dillendirirsem ya da çok fazla hayalini kurarsam başıma gelecekmiş gibi hissediyordum, Artık insanlara bir şeyler anlatmaktan utanıyor, sanki beni dinlemekten sıkılmışlar, bunalmışlar ve anlattığım şeyler artık onlar için sıradanlaşmıştır diye kimseye hiçbir derdimi anlatamıyordum. Hiçbir şeyden keyif almıyor, sanki artık öylesine yaşıyor gibiydim. Sanki, bu hayatı önceden yaşamışım da şimdi seyirci olarak tekrar gelmişim gibi!
Arada bir babamın yokluğu, bana o kadar çok vuruyor, o kadar çok yokluğunu hissediyordum ki! Bazen kendime yediremiyor inanamıyordum. Sanki babam içeride talevizyon izliyormuş da ban de içerdeymişim gibi!
Geçtiğimiz gün dolmuşta, bir amcaya denk gelmiştim. Asla küçümsemek için yazmıyorum, ama benim içimi o kadar acıtmıştı ki sebebini bilmiyorum. Üstünde, soğuk havada giydiği kolları yırtık ince bir ceket, altında çokça eski bir eşofman, ayakkabıları da oldukça eskiydi. Adam, bunların farkında ve dolmuşta kimseyi rahatsız etmemek adına en kenarda oturmuş, kimseye yanaşmamıştı, öylece onu izledim. Saçlarının beyazı, ellerindeki emek, bana rahmetli babamı hatırlattı! Arkadan tıpkı babama benziyordu. Dolmuşun ortasında, ağlamamak için kendimi zor tutmuştum. Bilmiyorum belki de! Babama benzer hiçbir tarafı yoktu! Ama, ben özlediğim için öyle düşünmek istemiştim. Kendimi deli gibi hissetmeye başlamıştım. Sanki! Babamın yaşlanndaki herkes, bana babamı hatırlatıyor gibi geliyordu. Tıpkı Şair Miraç MORÇÕL Bey’in dizelerinde anlattığı gibi,
Bir peri kızı gelse,
Parmağını çıtlatsa!
Yaşananlar hayal olsa,
Yeni bir senaryo yazılsa.
Artık, benim için acılarımı anlatan ,içimi kanatan, bu unutamıyacağım yazımın sonunda, babacığım her zaman kalbimde olacaksın. Bedenen yanımda olamasan da, biliyorum ki! Ruhen hep yanımdasın. Bunu tüm kalbimle hissediyorum. Uzaktardan beni seyrediyorsun. Eminim ki! Beninle gurur duyuyorsun. Çünkü biliyorum, senin en büyük isteğindi, benim okulumu tamamlamam! Sen meraklanma babacığım ben, senin istediğin gibi bir kız çocuğu olacağım. Beni her zaman izle olur mu? Mekanın cennet olsun. Nurlar içinde uyu. Seni çok seviyorum…
Şeyma KARACA
04.03.2024
Samsun